Anadolu'dan Almanya'ya çalışmaya giden ilk Türklerin, 4. kattaki evlerinde inek beslediğini duymuştum. Bu bilgi ne kadar doğru bilemiyorum ama ateş olmayan yerden duman çıkmaz.
Biz ailece Reyhanlı'dan (Hatay'ın ilçesi) İstanbul'a geldiğimizde koyun, keçi getirecek kadar abartmadık meseleyi ama 40 yıllık adetlerimizden, söylemlerimizden de bir anda vazgeçemedik elbette.. Annemin ömrünün ilk 50, babamınsa 60 yılını verdiği Reyhanlı tabi ki bizim "doğal yaşama alanımız"dı.. Biz çayırda ötüşen bülbüllerdik, bizi getirip taşı toprağı altın İstanbul kafesine koydular.
Birkaç önemsiz istisna dışında hiç memleketinden çıkmayan annem için, dünya Reyhanlı'dan ibaretti, zaten ilkokula bile gitmemişti ki coğrafi bilgisi olsun, hiç olmazsa atlaslarda denizaşırı ülkelerin 1/bilmemkaç milyon ölçekli haritalarını görüp varlığından haberdar olsun..
Neyse, mukaddimeyi uzatmayıp hatırayı nakledelim..
Önceden (5-6 sene kadar önceden) "Ekmek Teknesi" isminde bir tv dizisi vardı. Bizim ailece izlediğimiz programlardan birisiydi.
Dizinin bir bölümünde fırıncının kızı ile çekik gözlü (çinli) bir adam arasında aşk ilişkisi hasıl olmuştu. Müslüman anadolu kadınlarına mahsus namus mefhumuna ziyadesiyle sahip olan annem Türk kızının ağyâre yâr demesinden fazlaca rahatsız olmuş olacak ki;
"Şu soytarıya bakın, sanki Reyhanlı'da adam kalmadı da gidip kendine çinli buldu sürpüntü..." dedi..
0 yorum:
Yorum Gönder