Spiga

Gözyaşlarımın bak farkı var mı çağlayanlardan...

Henüz fast-food aşkların türemediği dönemlerden...


Çözülme zülfüne ey dil-rübâ dil bağlayanlardan
Kaçınma âteş-i aşkınla bağrın dağlayanlardan
Düşer mi ictinâb etmek senin için ağlayanlardan
Sirişk-i çeşmimin bak farkı var mı çağlayanlardan

Gelüb vakt-i bahar âlem saf â-yı gül-şen ettikçe
Nevâ-yı bülbülü gûş-i gül-i ra'nâ işittikçe
Uyub ahbâba sen de seyr-i Sa'd-âbâd'a gittikçe
Sirişk-i çeşmimin bak farkı var mı çağlayanlardan

Senin bir reng-i zîbân var ki gül-berg-i izârında
Bulunmaz gül-sitân-ı âlemin bâğ-ı baharında
Otur ihrama ârâm et biraz havzın kenarında
Sirişk-i çeşmimin bak farkı var mı çağlayanlardan

Hevâ-yı perçeminle başka bir hâlet olur serde
Yeni başdan misâl-i Vâsıf uğratdın beni derde
Gamınla gerçi çokdan ağlarım amma bugünlerde
Sirişk-i çeşmimin bak farkı var mı çağlayanlardan

Zülfüne kalplerini bağlayan insanlardan çözülme (uzaklaşma) ey gönül alan sevgili. Aşkının ateşiyle bağrını dağlayanlardan kaçma. Senin için ağlayanlardan uzaklaşmak sana yakışır mı? Gözyaşlarımın bak farkı var mı çağlayanlardan?


Bahar vakti gelip, herkes gül bahçesinde sefa sürdükçe, bülbüllerin nağmesini hoş güllerin kulları işittikçe, dostlarla birlikte sen de Sadabad’a* gittikçe, gözyaşlarımın bak farkı var mı çağlayanlardan…


Senin öyle süslü bir rengin var gül yaprağı yanağında. Ki bulunmaz dünyanın hiçbir gül bahçesinde, baharında, bağında.. Giyip çarfaşını otur, eğlen biraz suyun kenarında. Gözyaşlarımın bak farkı var mı çağlayanlardan..


Perçeminin arzusuyla insan bambaşka bir hâle bürünür. Yine Vasıf gibi uğrattın beni derde.. Gamınla gerçi çoktan beri ağlarım ama bugünlerde gözyaşlarımın bak farkı var mı çağlayanlardan…


Sadabad, Kağıthane deresinden Haliç'e uzanan yerlere deniyor. Eskiden orası müthiş bir manzara ve yeşillik mekânı imiş, haftasonları bütün şehir oraya gezmeye, pikniğe gidermiş.

Annemin şahsında Anadolu insanı :)

Anadolu'dan Almanya'ya çalışmaya giden ilk Türklerin, 4. kattaki evlerinde inek beslediğini duymuştum. Bu bilgi ne kadar doğru bilemiyorum ama ateş olmayan yerden duman çıkmaz.

Biz ailece Reyhanlı'dan (Hatay'ın ilçesi) İstanbul'a geldiğimizde koyun, keçi getirecek kadar abartmadık meseleyi ama 40 yıllık adetlerimizden, söylemlerimizden de bir anda vazgeçemedik elbette.. Annemin ömrünün ilk 50, babamınsa 60 yılını verdiği Reyhanlı tabi ki bizim "doğal yaşama alanımız"dı.. Biz çayırda ötüşen bülbüllerdik, bizi getirip taşı toprağı altın İstanbul kafesine koydular.

Birkaç önemsiz istisna dışında hiç memleketinden çıkmayan annem için, dünya Reyhanlı'dan ibaretti, zaten ilkokula bile gitmemişti ki coğrafi bilgisi olsun, hiç olmazsa atlaslarda denizaşırı ülkelerin 1/bilmemkaç milyon ölçekli haritalarını görüp varlığından haberdar olsun..

Neyse, mukaddimeyi uzatmayıp hatırayı nakledelim..

Önceden (5-6 sene kadar önceden) "Ekmek Teknesi" isminde bir tv dizisi vardı. Bizim ailece izlediğimiz programlardan birisiydi.

Dizinin bir bölümünde fırıncının kızı ile çekik gözlü (çinli) bir adam arasında aşk ilişkisi hasıl olmuştu. Müslüman anadolu kadınlarına mahsus namus mefhumuna ziyadesiyle sahip olan annem Türk kızının ağyâre yâr demesinden fazlaca rahatsız olmuş olacak ki;

"Şu soytarıya bakın, sanki Reyhanlı'da adam kalmadı da gidip kendine çinli buldu sürpüntü..." dedi..

Dindarlar ve dinciler

Ben fazla zeki bir insan değilim, bu yüzden bazı şeyleri ilk söylendiğinde anlamayabiliyorum..

Dindar ve dinci arasındaki farkı da ilk açıklandığında anlamamıştım.. Dindar kelimesi farsça -dar ekinin din'e eklenmesiyle oluşuyor ve dinî kaideleri uygulayan, ibadet vs. vecibelerini yerine getiren anlamına geliyor. Bu farsça eki kolayca anlayabiliyorum.

Türkçedeki -ci,-cı ekini de tanıyorum ama bu ek din kelimesine geldiğinde benim hiç anlayamadığım, bambaşka bir anlam kazanıyor.

Normalde din arapça yol demek, bu durumda dincinin de yolcu gibi bir anlam taşıması gerek. Son derece güzel ve zararsız bir anlam bana göre. Ama durum böyle değilmiş, bunu üniversite okurken anladım.

Fakültede 1. sınıfı okurken, kendini ülkücü (ülkü değil, ülkücü :) olarak tanımlayan bir arkadaşım dedi ki;

"Bak kardeşim, bi dindar vardır, bi dinci vardır"

"Nasıl yani? Ne fark var?"

"Dindar adam samimi olur, namaz kılar, oruç tutar. Dinci ise dini gösteriş ve kendi çıkarları için kullanır."

"Sen nesin peki?"

"Ben dindarım.."

"Ama namaz kılmıyosun, hatta geçen yılbaşında babanla birlikte içki içtiğini söylemiştin"

"Evet, ne olmuş"

"Demek ki sen de dincisin" :)

Türk Müziğinin Üstünlüğü

Bildiğiniz üzre 600 yılı aşkın bir geçmişi olan Türk müziği bir takım ard niyetli kişilerce sürekli olumsuz lanse edilmiştir. Hatta efsane şef İsmet İnönü döneminde güya terakkiye (ilerlemeye) mani olan yegane unsur olarak vasıflandırılıp milli eğitim mekteplerinde türk müziği tedrisi yasaklanmıştı.

Hâlbuki bunlar tamamen kasıtlı ve şuursuzca yalanlardır. Klasik Türk müziği manevi doygunluğun hazzını yaşamış insanların müziğidir, gerçek aşk ve muhabbete ermeye en fazla meyilli ruhlar taşıyan Arap, Fars, Türk ve Kürt milletlerinin bir sentezidir. Türk müziği her bakımdan eşsizdir, ona laf atan haddini bilmezler evvela kendi nasipsizliklerini farkedip ya geride bıraktıkları manasız ve kişiliksiz günlerini gözden geçirmeli ya da susmalıdırlar.

Bu insanlar milletimizin aslî değerlerinden uzak, batı modernizmi önünde küçüldükçe küçülmüş, aşağılık kompleksi grafikleri pik yapmış insanlardır. Daima Türk müziğinin tek sesli (monofonik) batı müziğinin ise çok sesli (polifonik) olduğunu söylerler. Ancak bunun bir eziklik değil üstünlük alâmeti olduğunu idraktan uzaktırlar.

Hakikaten Türk müziği tek enstrümanla dahi terennüme müsaittir, bu da onu eşsiz yapan özelliklerden biridir. İnsanın ruhunu okşar, tahayyüle açıktır ve sükûnet içinde dinlendiğinde asla bıkkınlık hissi uyandırmaz.

Örnek olarak İnci Çayırlı'dan sözleri Ümit Yaşar'a, bestesi Münir Nurettin Selçuk'a ait olan bir eseri dinleyelim. (: