Peygamberimiz doğduğu zaman İranlı sasanilerin hükümdarı Nuşirevan’ın sarayında 14 adet pencere çıkması (balkon) yıkılmıştı. Sarayının sarsılıp balkonlarının yıkılmasına anlam veremeyen Nuşirevan, yakınlarıyla bu meseleyi konuşurken Stahr-âbâdda Mecusilerin taptığı, bin yıldır yanan ateşin söndüğü haberi geldi.
Yine bu sırada Sâve gölünün kuruduğu, aksine Semâve’nin taştığı haberleri de arka arkaya geldi. Hesap ettiklerinde hepsinin aynı zamanda meydana geldiği anlaşıldı.
Bunun üzerine Nuşirevân danışmanı Mübedan’ı çağırdı. Ona bu hadiseleri anlattı, bunun üzerine Mübedan’da aynı gece gördüğü bir rüyayı anlattı.
Mübedan rüyasında bir alay sert ve dikbaşlı devenin bir bölük arap atını peşine takarak Dicle nehrini geçip İran içlerine doğru dağıldığını görmüştü.
Nuşirevan bu rüyayı duyunca daha fazla telaşa kapıldı. “Acaba bu alametler ne ola?” diye sordu. Mübedan ne olduğunu tahmin edebiliyordu, “herhalde Arabistan’da bir büyük hadise meydana gelmiş olsa gerektir” diye cevap verdi.
Nuşirevan, kendisine bağlı bir arap hükümdar olan Numan bin Münzir’e derhal bir ferman gönderip “bana bir bilgin gönder” diye emretti. Numan da Abdülmesih isminde meşhur ve değerli bir bilgini ona gönderdi.
Abdülmesih doğru İran’ın başkenti Medayin’e gitti. Nuşirevan’ın huzuruna çıktı. Nuşirevan ona hadiseleri anlatıp tüm bunların ne anlama geldiğini sordu. Abdülmesih;
“Benim Şam’da yaşayan Satih isminde bir dayım vardır. Tüm bunların manasını ancak o bilebilir.” Dedi.
Bunun üzerine Nuşirevân:
“Haydi çabuk. Satih’in yanına git ve bana bunların cevabını getir.” Dedi
Abdülmesih Medayin’den çıkarak doğru Şam’a gitti.
O zamanlar Araplar içinde kâhin veya arrafe denilen bir takım bilgin kimseler vardı ki bunlar kainatın sırlarından bahsederler ve gelecek olaylardan haber verirlerdi. Bunların en meşhuru ve en itibarlısı da işte bu Satih ismindeki kimse idi.
Bu kişi, olağanüstü derecede yaşlı biriydi. Hatta Efendimiz’in ‘(sav) dedelerinden (tam 17 kuşak öncesi) Nizar vefat edince Mudar ve diğer oğulları arasında miras taksimini Satih’in yaptığı söylenir. Efendimizin atalarını sayacak olursak, Satih’in ne kadar yaşlı olduğu anlaşılır.
Peygamberimiz’in babası Abdullah, Onun babası Şeybe (Andülmuttalib) onun babası Haşim, onun babası Abdimenaf, onun babası Kusayy, onun babası Hakim, onun babası Mürre, onun babası Ka’b, onun babası Lüveyy, onun babası Fihr, onun babası Malik, onun babası Nadr, onun babası Kinane, onun babası Huzeyme, onun babası Müdrike, onun babası İlyas, onun babası Mudar, onun babası da Nizar’dı.. İşte Satih bu 17 kuşağı görmüş, yaşlılık konusunu abartmış bir insandı.
Esasen Yemen’li olup Şam tarafında bir manastıra yerleşip kalmıştı. Bedeninde hiç kemik yoktu. Şekil ve kıyafetçe benzeri görülmemiş, daima arka üstü yatan bir kimseydi. Bir yere götürüleceği zaman kendisini çuval gibi toplayıp hayvan üstüne yükletirlermiş. Velhasıl, insana benzemez, dilinden başka azası oynamaz acaib bir insan olup buna rağmen gayet güzel, düzgün fesih ve beliğ sözler söyler ve nice sonra meydana gelecek şeylerden bahsedermiş.
Biz mevzumuza gelelim.
Abdülmesih büyük bir süratle Satih’in bulunduğu Şam’a geldi. Yanına girip selam verdi ama Satih o anda ölüm döşeğindeydi. Gözleri artık kapanmış olup Abdülmesih’in selamını işitmiyor, bünya kelâmı kulağına gitmiyordu.
Onun bu hâli Abdülmesih’e çok dokundu. Satih’e tesir edecek, içli bir kaside söyledi..
“Acaba Yemen’in yücesi sağır mıdır? Yoksa işitmiyor mu? Yoksa ölüp gitti de bizleri de bütün bütün üzüntüde mi bıraktı?
Ey faziletli büyüğüm, ve ey müşküllerin halledicisi!
Yeğenin, bütün bilginlerin aciz kaldığı büyük işleri senden sorup öğrenmek ister…”
Bunun üzerine Satih gözlerini açtı ve dedi ki:
“Abdülmesih süratle Satih’e geldi. Satih ise kabre girmek üzere. Seni Sasani hükümdarı gönderdi. Sarayının sarsılması ve ateşin sönmesi nedendir diye soruyor. Ve Mübedan’ın gördüğü rüyanın tabirini istiyor. Mübedan rüyasında dik başlı develer, yağız atlar gördü.
Ey Abdülmesih, öyle bir zaman gelecek ki okumak çoğalacak, asa sahibi meydana çıkacak. İran’ın ateşi sönecek, Semâve vadisi taşacak, Sâve gölü kuruyacak. O zaman Şam, Satih için artık Şam değildir. Sasanilerden, yıkılan kolon sayısınca (14 tane) hükümdar gelir ve ondan sonra olacak olur…” bunu söyleyip vefat etti.
Abdülmesih İran’a döndü, ve Satih’in söylediklerini bir bir anlattı.
Nuşirevân, kendi iktidarı döneminde bir şey olacağından endişe ediyordu. Bu cevap onu memnun etti. “Bizden sonra 14 hükümdar gelip geçinceye kadar neler olur..” dedi..
Gerçekten de normal şartlarda 14 hükümdarın gelip geçmesi yüzlerce yıl sürerdi. Belki yarım bin yıl.. Ama onların düşündüğü gibi olmadı. Nuşirevan’dan sonra Sasaniler bir karışıklık dönemi geçirdi ve 4 sene içinde 10 tane hükümdar gelip geçti. Son olarak Hz. Osman döneminde, yani 70 küsür yıl sonra Yezdücürd’ün hükümdarlığı döneminde İran, Arapların eline geçti.